Deryadan Katreler
“Taş taş değildir, bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın, söyle bu ateş senin”
Haşr sûresinde; “Şayet biz bu Kuran’ı dağlara indirseydik, dağların ALLAH korkusundan paramparça parçalandığını görürdün. İnsanlar tefekkür etsinler diye bu örnekleri
veriyoruz.” Buyruluyor.
Evet; Dağların titrediği, yerin kabullenmediği, göklerin
yüklenmediği, bu emaneti bu davayı insan kabullendi; Evet
dedi ve başladı sınav.
Yeryüzüne gönderilen insan; Kula kulluk yapmasınlar,
sadece ALLAH’a kul olsunlar diye Peygamberlerle tebliğe
muhatap oldu. Gönderiliş gayesi sadece bu; Kula kulluk yapmamak, sadece ALLAH’a kulluk. İstek ve arzuların kölesi olmamak; Sadece ALLAH’a kulluk.
Birçok emir var; “Şu hevasını ilah edineni görmedin mi?”
“ALLAH’la beraber ruhbanlarını ve devlet adamlarını rab
ediniyorlar”
“ALLAH’I sever gibi kendi önderlerini severler” Buyurarak Rabbimiz bir tehlikeye dikkat çekiyor. Tevhidin önemini
ve imanın mahiyetini anlatıyor.
Lokman (a.s)’ın oğluna ilk öğüdü de bu: Ey oğlum ALLAH’la beraber bir ilah edinme; eyoğlum sakın ALLAH’a ortak koşma.
“Biz her kavime tağuta kul olmayın sadece ALLAH’a kul
olun diye tebligat yapması için bir peygamber gönderdik”
(NAHL/36 not: tağut; ALLAH’tan başka ibadet ve itaat edilen
bütün güçlerin ortak adı; insanı ALLAH’a ibadetten alı koyan
şeytan, taş, ağaç, nizam, izm’lerin ortak adı )
Bütün peygamberlerin gönderiliş sebebi tevhit; bir olana
kul olmak bir olana itaat.
Tevhit gerçekleşir, şirkten sakınma tam olursa; kalplerde
mükemmel bir inkılâp meydana geliyor. Sonrası teslimiyet;
sonrası ibadet; sonrası tevekkül. Tevhitin kılâbını yüreklerde
gerçekleştiren sahabe, 13 yılın sonunda Mekke’nin işkenceli
yılları son bulunca Medine’ye kavuştu. Medine’de İslam toplumu kuruldu; İslam toplumunun oluşması için gelen bütün
emirlere hemen ram oldular; hemen teslimiyet gösterdiler.
İman kalplere tam yerleştiği için; kardeşliği tesis etmede hiç
zorlanmadılar, ensar ve muhacir kardeş oldu; paylaştılar ekmeklerini; paylaştılar evlerini ve bahçelerini. İçki ayeti nazil
oldu; kırbalarla, kadehlerle içki dağıtanların elinde kaldı kırbalar ve kadehler. Teslimiyete bakın; kırıldı kadehler, döküldü içkiler, Medine sokaklarından haftalardır içki aktı.
13 Yıl gibi kısa bir zamanda bu inkılâp nasıl gerçekleşmişti, bu sevgi toplumu nasıl oluşturulmuştu, akıllara zarar.
Akılların algılayamadığı bir inkılap!
Önceleri uzun gibi gözüküyordu bu yolun sonu; önceleri ümitler zayıflıyordu bazen. Açlık, sefalet, işkence, hakaret,
dışlanma, kınama, tecrit alabildiğince uygulanıyor ama yılmıyorlardı, ama hiç mi hiç dünyanın şatafatına kanmıyorlardı;
ehad ehad diyorlardı, tüm sahte ilahlara inat; ehad diyorlardı,
kızgın çöllerde ve kızgın ateş altında.
Yasirler şehit oluyordu; Bilallar, Habbablar ateş altında
envai çeşit işkencelere maruz kalıyorlardı; Resulullah onlara; “sabredin ey Yasir ailesi, cennet sizin olacaktır” diyordu;
onlar bu fermanla şirke ve zulme karşı direnmeye devam
ediyorlardı. Habbab geliyordu: Yetmedi mi Ya Resulallah
çektiğimiz çileler? İman edenler hep bu halde mi olacaklar,
inanmayanlar üstümüzde göbek atmaya devam mı edecek, ne
zaman bitecek bu zulümler, bu çileler? Ki Habbab kızgın çöle
yatırılıyor, üzerine kızgın demirler bırakılıyor, vücudunun
yağları eriyor; günlerdir baygın yattığı oluyordu. Bu sitem
karşısında Resulullah kabe’ye yaslanmış oturuyordu birden
irkildi, alnındaki damar kızdığı zaman şişerdi hafiften; yine
öyle oldu: “ne oluyor size, sizden önceki ümmetlerin başına
gelen felaketler, musibetler, zorluklar ve yoksulluklar sizinde başınıza gelmeden, cennete girivereceğinizi mi zannediyorsunuz. Sizden önceki ümmetlerden biri getirilir; boğazına kadar toprağa gömülür, kör testere ile başınınortasından
ikiye biçilirdi de, onlar imanlarından dönmezlerdi. Yine biri
getirilir; vücudu demir taraklarla taranır, etler kemiklerinden
ayrılırdı da yine imanlarından dönmezlerdi; sabredin zafer
yakındır.” Diyordu.
Hepsi aynı halde idi, iman eden her fert farklı şekillerde
çilelere maruz kalıyordu. Ama ALLAH’ın nizamı en üstte olsun diye tebliğe, davete devam ediyorlardı.
İşkenceile baskıyla fikirleri ve inançları susturamayacağını anlayan Mekke’nin uluları bu kez başka planlarını devreye sokuyorlardı; Toplumdan tecrit ediyorlar; Müslümanları
bir mahalleye hapsediyorlar, ekonomik ve sosyal boykot ilan
ediyorlardı. Malzeme, gıda, alışveriş ve selam vermeyi yasaklıyorlardı. En yakın akrabaları dahi bunlarla irtibat kurmayacaklardı. Günlerdir aç susuz kaldılar, yeşil yapraklar bitmişti; kuru yaprakları yemeye başladılar, ağızları kavrulmuştu
yaprak yemekten. Sonunda ALLAH müşriklerin kalplerine
yumuşaklık verdi; Mekke’nin ulularından 5 kişi: “Yeter bu
zulüm, yeter bu tecrit, insanlık ölmesin” dediler. Kendi elleri ile yazdıkları boykotu kaldırmak için toplandılar, vardılar
Kabe’ye. Ama ALLAH’ın yarattığı bir güve, yemiş bitirmişti
boykot sözleşmesini. Sadece bismillah kelimesi kalmıştı. Şaşırmıştı Mekkeliler; bir kez daha şahit olmuşlardı ALLAH’ın
birliğine. Yavaş yavaş Mekkelilerde bu yiğitlerin imanına şahit oluyorlardı, yavaş yavaş eriyorlardı sevginin ve huzurun
karşısında. Onlar ok atıyorlardı müminlere ama; müminler
bunun karşılığında, okların ucuna gül takıp geri hediye ediyorlardı okçulara.
Son kozları kalmıştı ellerinde; kınadılar olmadı, fitneci
dediler olmadı,toplumu ifsat ediyor dediler olmadı, deli dediler olmadı, işkence ettiler olmadı, sefih dediler olmadı; son
kozlarını devreye koydular, uzlaşma politikasını devreye koydular, anlaşalım, uzlaşalım dediler.
Birgün biz senin Rabbine kulluk yapalım.
Birgün sen bizim ilahımıza kulluk yap dediler.
Birgün sizin Rabbinizin dediği olsun bu ülkede .
Birgün de bizim dediğimiz olsun bu ülkede.
Eğer senin istediğin bir kadınsa; dünyanın en güzel kadınlarını getirelim, sunalım sana.
Eğer senin istediğin iktidarsa; seni başımıza hükümdar
yapalım.
Eğer senin istediğin tedavi olmaksa; dünyanın en iyi doktorlarını getirelim, tedavi ettirelim seni dediler.
Ama yeter ki davandan vazgeç; yeter ki bizim ilahlarımızı
akılsızlıkla suçlama. Yeter ki bizim düzenimize dokunma.
Ama hayır dedi ALLAH’ın Resulü; kendinden değil, ALLAH’tan gelen vahiyle hayır dedi.
Çünkü Resulullah, kendi hevasından konuşmazdı, ne
konuşursa vahiydi. Yani ALLAH bildirirdi, o söylerdi. Hayır
dedi; sizin bana sunduğunuz maddi saltanat değil benim gayem. Benim gayem; sizleri, kullara kul olmaktan kurtarıp,
sadece ALLAH’a kulluğa davet etmek. Bunun için sizden
hiçbir ücret de talep etmiyorum. Sizi yaratana kulluğa davet
ediyorum.
“Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz, ben bu davadan
vazgeçmem diyordu”
Bu sadece Resullerin metodu değil, kıyamete kadar gelecek tüm dava adamlarının metodu olacaktı.
Rebi Bin Amir’in İran Şahına verdiği cevap da aynı idi
Endülüslü Tarık Bin Ziyad’ın gayesi de aynı idi; Atlas Okyanusu’na dayandığı zaman; “Gayemiz yeryüzünde kullara
kulluğu ortadan kaldırıp, insanları sadece ALLAH’a kulluğa
davet etmek” diyordu.
Evet; 13 yılda gerçekleşen bu kalp inkılâbını anlayalım,
iyi okuyalım.
İslam gönüllere ve yüreklere hâkim olmadan,
Toplumlara ve topraklara hâkim olamaz.